İçeriğe geç
ana sayfa » MAKALELER-RÖPORTAJLAR » Röportajlar » Mustafa Özel Sergisi Direnen Bedenler

Mustafa Özel Sergisi Direnen Bedenler

    Mustafa Özel Sergisi Direnen Bedenler

    Casa dell’Arte’de Çağdaş Türk sanatçıların sergileri birbiri ardına devam etmekte. 14 Mart’ta Mısır apartmanındaki galeride açılan “Hayat Oyunları” sergisi, geçtiğimiz haftalarda Sotheby’s müzayede evinde yapılan çağdaş Türk sanatçılar açık arttırmasında yüksek rakam bir yağlıboya tablosu satılan ressam Mustafa Özel’in. Eserleri acı çeken, direnen, yaşama uyumunu kaybetmiş, deforme olmuş beden üzerine yoğunlaşan sanatçı aynı zamanda, acıya karşı direnci de özellikle vurguluyor. Bizlere hayat şartlarına karşı koymaya çalışan insanların mücadele serüvenini, kısacası, “hayatın insana oyunlarını” anlatıyor.

    İsterseniz sondan başlayalım?

    Birkaç hafta önce Sotheby’s’de yapılan Çağdaş Türk Sanatçıları müzayedesinde iyi bir fiyata satılan işiniz vardı. O eserden biraz bahsedebilir misiniz?

    2000 yılından beri figür ve özellikle insan durumu üzerine çalışmaya başladım. İnsan hallerini takip ediyorum o zamandan beri. Ve Sotheby’s’de satılan işim de yine tutturduğum bu temada 2001 yılında başlayıp 2004 yılında bitirdiğim bir işti. Yurtdışında yaşıyordum o zaman?

    Nerede yaşıyordunuz?

    Montreal’de (Kanada).

    Kanada’nın zor coğrafi koşullarının ve sert ikliminin de sizin resimlerinizde belirgin olarak kullandığınız ‘karşı koyma-direnme’ haline etkisi oldu mu?

    2000’de oraya gittiğimde birkaç galeriyle görüşmüştüm. Ve bir iki galeri beni kabul etmişti ama bir türlü bana kişisel sergi için yer açmıyorlardı. Halbuki elimde sergi açacak kadar iş vardı. O zaman çalıştığım galerinin sahibi bana; “Evet bu işlerinle bir sergi açabilirsin ama biz burada senin eserlerine Kanada ruhunun taşınmasını istiyoruz.”demişti.

    Bedenler de oldukça sıkı, kendini kasar gibi ve çok karşı koyar biçimde yansıtılmışlar?

    Eylem halindeler. Aslında bu hayata direnmekle, onu yenmekle ya da ona yenilmekle ilgili bir şey. Zaman zaman mutlu olmak, belki bazen cinsellik teması da devreye giriyor. Yani insanın hayattan aldığı ruhsal izlerin peşindeyim.

    Hayatın bıraktıklarına karşı bedenin tepkisi mi?

    Evet. Aslında beden biraz sembolik duruyor ama o sembolik duruşta hayatla olan alışveriş var. Evet o bir insan, onu tanıyorum da gerçekte ama onu genel olarak insan bedenini düşünerek yapıyorum. Özel olarak resmettiğim kişinin bedeni olarak değil. Ama 80’lerde 90’larda yaptığım işlerde mekan içinde insanlar vardı. Daha hareketli ve renkliydi. 1998’den sonra yavaş yavaş arınmaya başladım ve odak noktam insan figürü oldu artık.

    Realizme geçtiniz tam olarak öyle mi?

    Teknik olarak bu daha çok oturmaya başladı. Okulu bitirdiğimde daha doğru düzgün modelle bile çalışmış değildim. Zaman içinde kendi kendime deneyimleyerek insanı anlamaya, figürü keşfetmeye çalıştım. Hâlâ da tam olarak anladığımı söyleyemem; bu süreç devam ediyor. Ama özetle şöyle söyleyebilirim: tüketim toplumunun, kentin içinde doğadan kopmuş yaşayan insanın birçok duyguya ve etkiye karşı tepkisidir bunlar.

    Zaten serginizin adını ‘Hayat Oyunları’ koymuşsunuz. Hayatın insanlara sürekli oyun oynadığını mı düşünüyorsunuz?

    Aslında insanlar birbirine sürekli oyun oynuyor. İnsanlar hem güvenilir hem değiller. Çünkü kapitalist toplumların hepsinde bu birbirini yok etmek, üstün gelmek duygusu var.

    Ve yabancılaşma duygusu da tuvallerinizde açıkça ortaya çıkıyor. Hepsi birlikte ama yalnızlar?

    Evet doğru.

    Eğitiminizi Kanada’da mı almıştınız? Orayla yolunuz nasıl kesişti?

    Hayır Kanada’da okumadım. Lisansım Marmara Üniversitesi’nde Eğitim Fakültesi’nde Resim öğretmenliği okudum. Kanada’ya çok sonra tesadüfen gittim ve bir süre orada yaşadım. Marmara’da akademik eğitimi verecek ortam da yoktu açıkçası. Ben mezun olduktan sonra çoğu şeyi öğrendim ve kendimi geliştirdim ve inatla bu noktaya geldim. Gerçekçilikle uğraşanların da hem bu keşif hem üretme sürecinde işlerinin biraz daha zor olduğunu düşünüyorum açıkçası.

    Bir de gerçekçilik deyince, bu aklıma son zamanlarda çok popülerleşen foto gerçekçi, hiperrealistik resim sanatını getirdi. Yine sizden önce Casa dell’Arte’de açılan Mustafa Sekban sergisinde olduğu gibi. Orada fotoğraf üzerinden kurulan bir gerçekçi yaklaşım var. Giderek plastik sanatçılar da gerçekçilik üzerine eğilme ihtiyacı mı duyuyorlar; insan bedeninin bir arzu, fotografik nesne olarak kullanıldığını düşünürsek günümüzde?

    Benim resmim öyle bir ‘izm’ boyutuna girmiyor. Mesela fotorealizm fotoğraftaki etkinin peşindedir. Örneğin Sotheby’s’deki Taner Ceylan işindeki gibi. Bence çok da başarılı bir çalışma da olmuş. Ama benim duruşum geçmişle daha ilintili. Klasik, barok resmin bir takım izlerini de bulabilirsiniz bende. Bir taraftan da geçmişteki o geniş dağarcığı bugün, biraz daha başkalaştırarak, kendime dönüştürerek aktarmaya çalışıyorum.

    Yeniden müzayedeye dönersek. Bu gerçekten önemliydi, hem çağdaş Türk resmi hem sizin kişisel kariyeriniz için de, bu müzayede ve sonrasında girmemiz gereken beklentiler için ne söylemek istersiniz?

    Önemli bir şey oldu gerçekten de. Genel olarak katılan sanatçıların aşağı yukarı doğru olduğunu düşünüyorum. Ama yine eksikler vardı tabiiki. Yaşayan başka önemli sanatçılaırmız var. Gerçek anlamda Çağdaş Türk sanatının bir kısmının temsil edildiğini düşünüyorum. Ama benim için kişisel açısından önemli ve iyi oldu. İşimin orada gösterilmesi açısından yani. Çünkü hemen sonrasında Londra’da müzayedeler de düzenleyen bir galeriden teklif aldım.

    Müzayedeye katılma süreciniz nasıl gelişti?

    Aslında sürecin nasıl başladığı benim için bulanık. Galerim (Casa dell’Arte), İngiltere’den resimleri görmeye geldiklerini ve benim bir işimi beğenip elediklerini söyledi ve bu şekilde katılmış oldum.

    Türk sanatçılarının yurtdışında adının duyulması, açılabilmesi için ne düşünüyorsunuz?

    Tabiki literatüre giren ressam Sarkis ve Fikret Mualla gibi 20. yüzyılın başlarında Fransa’ya giden ve bugün Türk resmi adına önemli referanslar olarak gösterilen sanatçılarımız vardı. Mehmet Güleryüz’ün, Komet’in Avrupa’da önemli çalışmaları oldu. Herkes kişisel olarak birşeyler yapmaya çalışıyordu zaten aslında. Ama 2000’den sonra özellikle İngiltere’de güncel sanatın hızla gelişmesiyle ve Avrupa’ya yayılmasıyla onun bıraktığı izler alışılmışın dışında etkileyicidir. Vurucu bazı güncel sanat sergilerinden sonra genç sanatçılara da önemli bir kapı açıldı. Ve işinin hakkını veren sanatçılarımızı da bazı galerilerimiz yurtdışındaki fuarlara yönlendirmeye çalıştı.

    Biz 12 Eylül öncesini yaşayanların başka bir duyarlılığı var. 1970 ve 1980 doğumluların güncel sanatla ilişkileri çok canlı ve sıcak. Mesela Joseph Beuys bu akımın başlatıcılarındandır. Bu akımla aslında sanat herkese açıldı. Aslında buna ben de katılıyorum. Böyle bir sanat yapmamama rağmen bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin 2010 projesinin de önemli olduğunu düşünüyorum; çünkü yurtdışında görüyorum ki sanatçıların itilmeye ihtiyacı var. Amerika’da, İngiltere’de devletin sanatçıya çok önemli desteği var.

    Türkiye’de 1980 sonrası çoğu aydın gibi sanatçılar da yurtdışında soluk aldılar, dolayısıyla gelişen çağdaş sanat hacmini Türkiye elinden kaçırdı. Şimdi ise yeniden geri kazanma peşinde ve bu işe hız verildi son zamanlarda da?

    Türkiye’nin önemli klikleri var ve bunları aşması gerekiyor artık ne yazık ki.
    Kültür Bakanlığının plastik sanatlara daha çok ödenek ayırması gerek. Ama tabii bir yandan da özerk kurumların yükselişi gerçekleşti. O da artı ayrı bir gelişme olarak yaşandı. Burada devlet kurumlarında yetkili olarak bulunan kişilerin aslında sanatta, resimde, sergilerde neler olup bittiğinden çok da haberi yok. Gerçekten içeride ne yaşandığını bilmiyorlar.

    Sadece yetkililer değil, sanat yayınları, yazarları, eleştirmenleri açısından da önemli bir artışın yaşanması gerekiyor bu konuda da eksik kaldığımızı düşünüyor musunuz?

    Tabii zamanla, gelişmeyle ve öğrenmeyle bunun aşılacağını düşünüyorum.

    Günlük hayatınız ve resim hayatınız desek, bunları birbirinden doğrudan ayırabiliyor musunuz? Yoksa her ikisinin de birbirine faydası çok mu?

    Aile hayatım, eşim, çocuklarım beni anlayan ve doğru kişiler olduğu için bu resim üretim sürecime de olumlu bir etki olarak yansıyor. 1980’den beri resim yapıyorum ve bu bir risk. Çünkü gerçekten çok zor koşullardan geçerek bir noktaya varabiliyorsunuz.

    Yakın zamanda kesinleşen başka bir sergi var mı?

    Benim resimlerim gerçekten zor, ağır ve zaman gerektiren yoğun bir süreç istiyor. Genelde 3 yılda bir sergi açıyorum. Belki bu süre daha da hızlanabilir. Belki bazı sanat fuarları ve karma sergiler olabilir.

    Yavaş yavaş tuvallerinizdeki bu figürleri daha yakından tanıyabilecek miyiz? Yani bütün bu bedenlere yakınşaşılacak mı Mustafa Özel tarafından?

    Evet böyle bir fikrim var. Yavaş yavaş bütün sergilerimde derine doğru iniyorum aslında. Benim için o portredeki kadın kendi varlık alanından çok benim varlık alanımla kurduğu bağlantıyla ilintili. Ama evet bedene daha yaklaşma olacak ileride. Yüzlerdeki gerginlik, ifade, örneğin burada tesadüfen kadın suratı açıkça ortada değilmiş bilmeden böyle olmuş. Ama bu biraz merak edilen de bir süreç ve içinde o gizemin saklı kalması da izleyici de merak unsuru yaratıyor. Bırakalım şimdilik o gizemini korusun!
    (gülüyor)

    CANVASTAR®

    Türkiye'nin En Zengin ve Kaliteli Kanvas Tablo Koleksiyonu

    Siteye Gidin