
Francis Bacon (1909 – 1992)
İrlandalı Ekspresyonist Ressam Francis Bacon 1909’da Dublin’de doğdu. Anglo-İrlandalı soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bacon, genç yaşta astım ve aile içi uyumsuzluklar nedeniyle zorluklarla karşılaştı. 1920’lerde Almanya ve Fransa’da sanatla ilgilenmeye başladı. Sanat eğitimini hiçbir zaman formal yollarla almadı; büyük ölçüde otodidakt (kendi kendini yetiştiren) bir sanatçıdır. Anlatımcı ressamları gördüğü Berlin ile (1926-27) Picasso’nun bir sergisini gezdiği Paris’te geçirdiği günler; 1925’te Londra’ya yerleşmiş bir dekoratör olan Bacon’ı ressamlığa özendiren başlıca etkenlerdir.
1929 ile 1944 yılları arasında yaptığı ilk denemeleri, bir düzine kadar tablo dışta tutulursa, ressamın kendisi tarafından yok edildi. Yapıtlarının çoğunun konusu insan figürünün ve çevresinin uğrayabileceği plastik biçimsizleşmelerdir. Bu yapıtlar, parlak renklerin ansızın aydınlattığı mat renklerle işlenmiştir. 1940’lar sonrası Bacon’un ünü giderek arttı. Karanlık, duygusal yoğunluğu yüksek ve varoluşsal kaygılar taşıyan figüratif resimleriyle döneminin soyut eğilimlerine karşı bir duruş sergiledi. Hayatı boyunca birçok özel ve çalkantılı ilişki yaşayan Bacon, yaşamının son yıllarında da üretkenliğini korudu.
Bacon klasik bir yapıtı, üç kanatlı bir tablo biçiminde yeniden ele alarak ya da kimi zaman ünlü temaları açık yorumlayarak (Velazquez’in Papa Innocentius X’ u, 1953-1960; Van Gogh’un otoportresi, 1957), uyumsuz biçimsizleşmeler yoluyla psikolojik bozuklukları dile getirdi.
Gündelik davranışlarıyla temsil edilen kişiler (az çok rahatsız bir biçimde oturmuş ya da yatmış olarak) deney özneleri olarak yalıtılmıştır. Yeni figürleştirme akımının habercilerinden olan Bacon, çağdaş sanatta birinci planda bir yer tutar.
Sanat Anlayışı
Francis Bacon’un sanat anlayışı, insan varoluşunun trajik, kaotik ve çoğu zaman rahatsız edici doğasını çıplak ve çarpıtılmış biçimlerde yansıtma çabası üzerine kuruludur. Onun resimleri sıklıkla korku, acı, yalnızlık ve psikolojik dehşet gibi duyguları doğrudan izleyiciye geçiren yoğun imgelerle doludur.
Bacon’un figüratif anlatımı, deformasyonla birlikte gelir. İnsan bedenini bozulmuş, kıvranan, bazen hayvansı özellikler taşıyan formlarla sunar. Bu bozulma, yalnızca estetik bir tercih değil; varoluşsal bir krizin görsel karşılığıdır. Freudcu psikanalizden, Nietzsche’nin nihilist felsefesinden ve Georges Bataille’ın metinlerinden etkilenmiştir. Sanatı, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım, insanın yalnızlığı ve Tanrı’nın yokluğu gibi modern çağın büyük temalarını işler.
Bacon’un yapıtları teknik olarak da özgün bir dile sahiptir. Genellikle fotoğraflardan, gazetelerden, film karelerinden ve eski ustaların resimlerinden esinlenerek çalışmıştır. Diego Velázquez’in “Papa Innocent X” portresinden etkilenerek yarattığı “Screaming Pope” (Çığlık Atan Papa) serisi, bu yönteminin en tanınmış örneklerinden biridir. Resimlerinde çoğunlukla figürleri soyut, bazen geometrik, kafes benzeri mekânlarda izole eder. Bu izolasyon, varoluşsal yalnızlığı daha da derinleştirir.
Renk kullanımında Bacon çoğu zaman zıtlıklar yaratır. Sakin, nötr arka planlar üzerine yerleştirilen şiddetli, karanlık figürler; morlar, kırmızılar ve siyah tonlar izleyicinin psikolojik tepkilerini kışkırtır. Fırça darbeleri yoğun ve gestural (jestsel) bir karakter taşır; bu da onun resimlerine ekspresyonist bir dinamizm kazandırır.
Francis Bacon, figüratif sanatın 20. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biridir. Soyut sanatın egemen olduğu bir dönemde, insan bedenini merkeze alarak, onun bozulmuş halinden modern dünyanın trajedisini anlatmıştır. Sanatı hem bireysel hem toplumsal düzeyde derin bir sorgulama içerir.